Bükreş maçında belli oldu aslında bu maçın skoru. Daha perşembeden oyuncuları stres altına soktuk. Bu suçu ise basına attık. Ortamı gerdiler, senaryo bunlar vs. dedik. Ama kendimizin de senaryonun içinde olduğumuzu göremedik.
Orjin'de başlayan klasik maç gününde, yine bol miktarda alkol alındı, küfürler edildi. Nefret bastırılmaya çalışıldı. Saatler henüz 16 olduğunda ise Kadıköy'e doğru hareketlenme başlamıştı. Ne gereği varsa artık bu kadar erken gitmenin. Tribün performansına kesinlikle zararlı olduğunu düşünüyorum bunun.
Taksi konvoyundayken bile, yoldaki fenerlilere sataşmalarla gerilim arttırılıyordu farkında olmadan. Artık stada varıldığında ise herşey başlıyordu. Daha stada girmeden boğazlar patlatılıp, nefesler boşa harcanıyordu. Girişte yaşanan rezillik adrenalini yükseltip, ortamı daha da geriyordu. İçeri giren ise kendini sağa sola bağırırken buluyordu. Daha maçın başlamasına yaklaşık 3 saat kala, toplu tezahüratlar başlamış, rakip takım taraftarı ile karşılıklı atışmalar başlamıştı. Bu durum aslında o anda herkesin hoşuna gitse de, işin aslı öyle değildi.
Bu negatif enerjimizi, sahaya ısınmak için çıkan futbolculara da yansıttık. Onları tribüne çağırıp "eyvallah"lar aldık. Buraya kadar anlattıklarımın hepsi normal gözüküyor. Hepsi olması gereken şeyler ya da olağan şeyler. Ama işin aslında gerilimi öyle yükselttik ki farkında olmadan, öyle böyle değil. Daha maç başlamadan, ısınma esnasında başlamıştı kavga.
Bu küçük tartışma yine farkında olmadan tribünleri gaza getirmişti. Tribün tekrar oyunculardan "eyvallah" almaya başlamıştı. Daha Türkiye'ye geleli 5 ay bile olmayan Keita, sanki yıllardır bu maça çıkıyormuş gibi hırslıydı. Her seneki tablo yine yavaş yavaş belirmeye başlamıştı. Hakemin kafasının yarılması, edilen küfürler falan Kadıköy'de hiç olmadığı için onları anlatmaya gerek duymuyorum.
Maç başlar başlamaz, Baros'un ayağı kırıldı! İnanılır gibi değildi. Daha 2.dakikada ilk değişikliğimizi yapıyorduk. Sinir harbi son hızıyla devam etmek istiyordu aslında ama sahada bir türlü oyun oynanamıyordu. Sahaya forvetsiz çıkan Fenerbahçe ve başındaki Daum, bu maçı nasıl kazanacaklarını, bu savaşta hangi taktikleri uygulayacağını çok iyi biliyordu. Yedek kulübesinde La Liga ve Süper Lig gol krallarını oturtuyordu. Kendi evindeki maça forvetsiz çıkıyordu. Ne de olsa her yol mübahtı bu savaşta. Nitekim her sene olduğu gibi bu sene de maçın başında golü buluyordu Fener.
Maç içi yine klasik. Bir türlü top oynayamayan, oynattırılmayan bir Galatasaray. Tam oyunun kontrolünü ele geçirmişken, yine tahriklere kapılıp 10 kişi kalan bir Galatasaray. Her senenin ayrı bir sebebi oluyor. Geçen sene Emre Aşık'a ya da Sanctis'e atarsın suçu, bu senede Ayhan'a ya da Leo Franco'ya. Ama sonuç hiç değişmiyor. Öyle ya da böyle bir şekilde kaybediyoruz, kaybettiriliyoruz.
Maç sonu ise iyice çirkefleşen Fenerbahçe taraftarının, Galatasaray ile pkkyı aynı kefeye koymasıyla sinirler iyice bozuluyor. Güvenlik güçlerinin ve polisin bir türlü stadı boşaltmaması sebebiyle 23.30a kadar stadda bekletiliyoruz. Adeta gelecek sezon için kışkırtılıyoruz. Polis bizi metrobüse kadar bırakıyor sağolsun. Gecenin tek tebessüm ettiğimiz anı ise metrobüste gerçekleşiyor. Yaklaşık 200 Galatasaraylının bulunduğu metrobüste bir kişinin telefonunun fener marşı çalması, herkesi ayağa kaldırıyor. Sonra stadda güvenlik görevlisi olduğunu, istersek kimlik kartını gösterebileceğini defalarca özür dileyerek anlatan adama da tabi ki birşey demiyoruz.
Bu yazdıklarımı son 3 yılda gittiğim 2 kadıköy deplasmanındaki gözlemlerime dayandırdım. Eğer varsa yanlış ya da eksik yazdığım affola..
Bu blogdan deplase olanın yüzü gülmüyor arkadaş vol.4...