Maçın ilk golü hiç de alışık olmadığımız bir şekilde; duran toptan ve hatta Gökhan Zan'dan geldi. Selçuk'un içeri ortasına sadece dokundu ve takım öne geçti. Skor avantajına rağmen oyunu bir türlü rakip kaleye yığamadık. Bir yandan da sürekli kısa ve garanti paslarla pozisyon ararken; pas ve pozisyon yüzdelerimizi geliştirmeyi ihmal etmedik. Yer yer göze hoş gelen futbol oynasak da gol gelmeyince stres iyice arttı.
İkinci yarıya Samsun maçının tecrübesinden dolayı yine tedirgin başladık. Top sürekli bizde, rakip kötü ama sürekli bir hata yapabilme potansiyeli olan Gökhan, Sabri ve Hakan'lar yüzünden rahat rahat maç izleyemiyoruz. Derken imdadımıza yine bir karambol golü yetişti. Bu kez Melo biraz da şansının yardımıyla farkı ikiye çıkardı. Geçen sezon Juve'de 2 gol atan Melo, bu sezon 4 maçta 3 gol kaydetti. Skor 2-0 olduktan sonra takımın düşmesini beklerken aksine iyice şaha kalktı. Tam saha pres, garanti paslar, Kazım'ın bile istekli oyunu "Allah'ım Brezilya mı bu?" dedirtti bize çoğu kez.
Maçın geri kalanında iki takım da birbirine pek top oynatmazken, 65ten sonra başlayan oyuncu değişikliklerinden sonra Galatasaray iyice oyundan düştü. Üretkenlik sıfıra yaklaşırken, mücadele gücünün git gide artması günün sevindirici olaylarındandı. İleride hiç bir şey yapamayan Elmander'in takımın en çok koşan oyuncusu olması ilginç ve alışkın olmadığımız bir anektod. Kazım Ve Riera'nın ise savunmaya sık sık yardım etmesi özlediğimiz, beklediğimiz hareketlerdi. Sahanın her yerinde koşan bir Galatasaray izlemeyi özlemişiz.
Herkesin üstüne basa basa konuştuğu bir adam vardı sahada onun da adı Felipe Melo. Kiralık olmasına karşın canla başla mücadele etmesiyle, tribünlerle sürekli iletişim halinde olmasıyla çok sevdirdi kendini. Yıllardır Milan'da Gattuso'yu izlerken imrenerek bakardım, bu açlığımı bu sezonluk Melo ile dolduruyorum. Yanındaki Selçuk İnan'ın harikulade performansını gölgelese de şimdilik her övgüyü hak ediyor. Nazar değmesin diyelim.