Takımın anormal kötü gitmesi, Rijkaard'ın gönderilmesi ve derbiden 2 gün önce Hagi'nin gelmesi derbi atmosferini epey düşürdü. Bundan önceki senelerde medyanın hafta başından itibaren başlattığı "dünyanın en büyük derbisi" pompalamaları bu kez gündem yoğunluğu dolayısıyla tutmadı.
Bu maçın gerginliği ve sıcaklığı biraz daha düşük olsa da medya yine Fener galibiyetinden emindi. Bahis siteleri oranları komik rakamlara düşürmüş, Galatasaray'lılar bile Fener galibiyetine bahis oynamış! Neymiş bahis oynarken duygusal olunmazmış, biraz da kendi cebini düşünmesi gerekiyomuş falan filan. Bunların yanında Fenerbahçeliler bu sefer rahat 10 atarız geçen sefer 6 attıysak gibi seviyesiz ve aşağılayıcı üsluplarını yüzümüze vuruyorlardı. Son 10 senedir kadıköyde puan dahi alınamaması bunun en büyük etkeniydi. Maça özel hazırlananan kareografiler, pankartlar, ertesi gün satılması planlanan "dejavu" tshirtleri de cabasıydı.
Tüm bu kötü şartlara rağmen deplasman tribünü biletleri yine çıkar çıkmaz bitmiş, maç günü beklenmeye başlanmıştı. Herkes Hagi'nin çıkaracağı takımı ve Baros'un sakatlığını düşünürken gerilim artmadı. Galatasaray taraftarı "Cimbom Old Boys" önderliğinde söylemlerde bulunurken işin tribün kısmından bahsediyordu. Maç için kimse birşey söyleyemiyordu. Fener tarafı ise yine her zaman olduğu gibi kendinden emin, gerilimi arttırmak istediler ama cevap alacak bir taraf bulamadılar. Galatasaraylılar suskun ve düşünceliydi çünkü.
Maç günü orjin yine ana baba günüydü. Ama bu sefer öğle saatlerinde alkol yüzlerce promile ulaşmamıştı. Tüm derbilerin aksine bu kez bir sessizlik vardı. Sokağın bir başından bir başına yapılan tezahüratlar yerine küçük grupların kendi aralarında yaptığı makaralar vardı. Herkes bağırıp çağırmak istiyor, Kadıköy moduna girmek istiyordu ama sanki o gün sokağın üstünde bir örtü vardı ve kimse havaya giremiyordu. Ara ara başlayan tezahürat gürültüsü de ortamdaki tedirginliği bastırmak içindi sanki.
Tribünü kendine getiren, köprüden geçerken esen rüzgardır. Bunun başka bir açıklaması yok. Karşı yakaya varıp taksilerden indiğimizde orjindeki 2250 kişi sanki evrim geçirmişti. Bu sefer tezahüratlar daha bir gür çıkıyordu yoğun güvenlik önlemleri arasında. Fırtına öncesi sessizlikmiş meğer orjindeki..
İçeri girdiğimizde henüz rakip taraftar stadda yoktu. Onlar içeri doluştukça bizim de onlarla sözlü, taşlı, çakmaklı, sulu, ayranlı atışmalarımız da başladı. Üstümüze yağan torpillerin de haddi hesabı yoktu. Ama bunlardan kadıköyde bahsedilmez, medya yazmaz, onlar atmaz. Benim yazmama bile gerek yok. Bilenler bilir.
Maçın ilk düdüğünden son düdüğüne kadar sadece bağırıp zıpladığımı ve fenerin duran toplarında sırtımı sahaya döndüğümü hatırlıyorum sadece. Hayatımda gördüğüm en iyi deplasman tribünlerinden biriydi sanırım bu. Gelen mesajlar da bunu gösteriyor biraz. Maç hakkında hiç bir fikrim yok ama bu sefer tribünün yaptığı totemlerin yarısı tuttu sanırım. Eğer tutmasaydı bu kadar iyi oyuna ve tribüne rağmen kesin yenilirdik çünkü.
Maç sonunda mağlup olmadan beklemek de farklı bir zevkmiş. Bu gidişimde bunu gördüm. Uzun süre içerde tutup sadece bize fener marşları dinletseler de o gün artık hiç bir şeye sinirlenmezdik. Beşiktaş'a yapılan kontra da en az yarım saat söylenmezdi. Bu sefer mağlubiyetle dönmedik ama yüzümüzün de pek güldüğü söylenemez, sağlık olsun.
Kadıköy #4 için beklemeye geçtik artık..